1 Ekim 2013 Salı



GÜNCEL | MELİKE VE TUĞÇE İLK SERGİSİNİ AÇTI

14 Haziran 2012, Perşembe - 13:07
Güzel sanatlar fakültesi öğrencisi iki genç kız, 
bir yıllık çalışmalarından oluşan
 ‘Öteki yüzler ve yansımalar’ adlı ilk kişisel sergilerini açtı 


Kocaeli Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Resim Bölümü son sınıf öğrencisi Melike Koç ile Tuğçe Sonad, ilk kişisel  sergilerini açtı. Cumhuriyet Parkı`nda bulunan İzmit Sanat Galerisi`ndeki serginin açılışına; güzel sanatlar fakültesi dekanı Reşat Başar, öğretim görevlileri; Melahat Tüzün, İsmet Çavuşoğlu ve öğrenciler katıldı.

 23 FARKLI RESİM
KOÜ Güzel Sanatlar Fakültesi Resim Bölümü İsmet Çavuşoğlu Atölyesi`nde bir yıl boyunca çalışma yapan Melike Koç, 12 parçadan oluşan ‘Öteki yüzler`, Tuğçe Sonad ise 11 parçadan oluşan ‘Yansımalar` adlı resim sergisini oluşturdu. Sergide duygular tamamen kadın figürler üzerinden aktarıldı. 

7 GÜN AÇIK KALACAK
13-20 Haziran tarihleri arasında açık kalacak resim sergisinde ağırlıklı olarak pastel ve kahverengi tonlar kullanıldı. Resimlerde aşk, yalnızlık, rüya ve nefret duyguları işlendi. Her insanın ikinci bir yüzü olduğu düşüncesinden hareket eden Melike Koç, resimlerine bu yüzden ‘öteki yüzler` adını verdi.

Mustafa BAKIRHAN
Bizim Kocaeli Gazetesi

12 Ocak 2013 Cumartesi

                                     'Otoportre' 2011 Ahşap Baskı






                                     'Bir Gün' 2011 Linol Baskı

28 Ağustos 2012 Salı


                              „Aslı‟ 2011, 60x80 cm, Tuval üzerine yağlıboya          







                     ‘Yalnız’ 11.2011, 50x70 cm, Tuval üzerine yağlıboya                               








                      ‘Son Bakış’ 2012, 40x35 cm, Tuval üzerine yağlıboya                            









             ‘Giderken’2011, 60x80 cm, Tuval üzerine tutkal, toz pigment boya ve  yağlıboya              










                  ‘Bir An II’ 2012, 35x35 cm, Tuval üzerine yağlıboya               









                     ‘Bir An’ 2012, 94x94 cm, Tuval üzerine yağlıboya                    







‘Uzak’ 2010, 35x50 cm, Tuval üzerine yağlıboya






                  ‘Güzel ve Çirkin’ 06.2012, 60x70 cm, Tuval üzerine yağlıboya



                                           SANATÇI VİZYONU



      Melike Koç, resimlerinde portre türünü ele almaktadır. Yaptığı portrelerin çoğunluğunda fotoğraftan yararlanıp, ilerleyen aşamalarda renk ve kompozisyonları kendi yorumları ve renkleriyle ifade etmeyi amaçlamıştır.

      Portrelerinin hemen hemen hepsinde pastel ve kahverengi tonları dikkat çeker. Bu, sanatçının kullanmayı tercih ettiği renk armonileri ve yola çıktığı renklerin tamamıdır. Portrelerinde yansıtmaya çalıştığı, insanların yaşamış olduğu duygular bütününü oluşturur (aşk, yalnızlık, rüya, nefret vs..). Duyguları sadece kadın üzerinden anlatmayı amaçlamış, kadınların yaşamış olduğu olay ve duyguları, kullandığı renklerle insan yüzünün sahip olduğu ifade gücünü hissettirmeyi amaçlamıştır. Bunu çoğu zaman ışıkla zıtlık oluşturarak yapmayı tercih eder ve resimlerde zaman zaman tuvalin kendi beyazlığının kullanıldığı da görülür.
Yaptığı portrelerde kimi zaman yakın çevresindeki kadınları, kimi zaman da fotoğraflardaki kadınları resmetmektedir. Resimlerdeki kadınlar farklı kişiler olsa da, duygu olarak sanatçının kendi duygularının dışavurumunu temsil etmektedir. Böylece sanatçı, izleyicisini kendi iç dünyasının görünmeyen yüzünü göstermeye davet eder.

     ‘Her insanın olduğu gibi, her kadının da mutlaka “öteki yüzü”  vardır.’ düşüncesi ile yola çıkarak resimlerini yapmayı sürdürmektedir.

     Sanatçının ilham aldığı ve etkilendiği ressamlar, Frida Kahlo, Edvard Much, Rembrandt, Lautrec, Amedeo Modigliani ve Chuck Close‟tur.

Melike KOÇ 1988 yılında Gebze’de doğdu.
2008’de Kocaeli Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Resim Bölümüne giriş yaptı.
2012 yılında Doç. Dr. İsmet Çavuşoğlu atölyesinden mezun olmuştur.


Karma Sergiler

Kocaeli Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Resim/Heykel Bölümü Öğrecileri Desen Sergisi /2010 Hereke/Kocaeli

1 – 26 Haziran 2010 Genç Plastik Sanatçılar Karma Sergisi Yasemin Art Gallery İstanbul/Beyoğlu

3. Kocaeli Kitap Fuarı 2011/ Kocaeli Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi “Genç Sanatçılar” Öğrenci Sergisi İzmit/Kocaeli

9 Haziran/ 9 Eylül 2011 Kocaeli Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Özgün Baskı Atölyesi "Derinden Yükseğe" Öğrenci Sergisi İzmit/Kocaeli



Kişisel Sergiler

“Öteki Yüzler” İzmit Sanat Galerisi 13-20 Haziran 2012 / İzmit-Kocaeli



Sempozyum

6-15 Aralık 2011, 1. Uluslararası Hereke Resim Sempozyumu / Hereke-Kocaeli



Yarışmalar

1 Ocak/6 Nisan 2012 I.Full Art Prize Güncel Sanat Yarışması

19/31 Mart 2012 CDA Projects „Genç Yeni Farklı II‟ Yarışması



Workshop

Kocaeli Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi ve America Kennesaw State University Öğrencileri Ortak
Duvar Resmi Çalışması Haziran 2010

·         e-mail:melikekoc1988@hotmail.com                                              


                                                     

8 Haziran 2011 Çarşamba

                       
                    MEHMET AKSOY

1939 yılında, şimdi Suriye sınırları içinde kalan Yayladağı’nın Kesap kasabasında doğan Mehmet Aksoy İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisinde Resim Bölümüne giriyor önce ve Şadi Çalık çok üstüne düşmüş heykel bölümüne geçmesi için.Heykel bölümünde Şadi Çalık atölyesinden mezun oluyor.

Kendisiyle aralık 2010 da gerçekleştirdiğimiz bu keyifli röportajda Mehmet Aksoy’un sanata yaklaşımını, etkilendiği olayları, heykel yapmaya olan bağlılığını ve şu anda üniversitelerde verilen eğitim hakkında konuştuk.

 “Edebiyat ve heykel arasında nasıl bir ilişki kuruyorsunuz, ikisini nasıl bağdaştırıyorsunuz?” diye soruyoruz; şiirle, müzikle ve müzikteki melodiler ve ritimlerle ilişkiler kurduğunu, formlar üstüne düşen ışıkların müzik oluşturması gibi bir his verdiğini ve ışığın heykelde çok önemli olduğunu düşünüyor. Heykelin her bir yüzeyinde ve yapısında hissedildiğini düşünüyor.

“Eserlerinizde şahmeranı sıklıkla görüyoruz, bunun özel bir sebebi var mı?” diye sorduğumuzda öğreniyoruz ki; Mehmet Aksoy şahmeranla 1989 yılında ilgilenmeye başlıyor ve çocukluğunda hep şahmeranla ilgili hikayeler dinlemiş.Aya İrini’de düzenlenen 2.Bienale şahmeran içerikli heykelleriyle katılmış.

Kendisi bir dönem yurtdışına çıkmış ve buna istinaden “Yurtdışındaki eğitimle buradaki eğitim arasıda ne gibi farklar var?”diye soruyoruz: “Tabi ki farklar var.Özgürler yök’e bağlı değiller.Ezber ve dil bilme zorunluluğu koyuluyor burada diyor, bu durum hiç hoşuna gitmiyor
ve şöyle devam ediyor; “Dil bildiği için asistan ya da hoca oluyorlar ama böyle olmamalı.Önce kendini geliştirsin resim okuyorsa resimde, heykel okuyorsa heykelde sonra üzerine gider diğer konuların.” Yök’le beraber sanat eğitiminin düştüğünü düşünüyor.

“Bir insanın sanatsal üretim tepisi nasıl ortaya çıkar? Çocukluğunda ve geçmişindeki yaşanmışlıklarda saklı mıdır? Eğer öyleyse bunu forma dönüştürme becerisi nasıl kazanılır?” diye soruyoruz kendisine, yetenekle alakalı olduğunu ve genlerin etkisinin çok büyük olduğunu düşünüyor.Her insanda faklı müzik, resim, matematik gibi değişebilir diyor. “Kişiye özgü belli bir kalite ve seviye vardır.Formlar arası ilişkiler, estetik biçimler ve öz oluşturmak için bu kişiseldir.Ama bakıldığı zaman eseri yapan kişinin yansıması var mıdır, kendisiyle örtüşüyor mu böyle olmalı.Kişiliğin yansımasını çok önemli buluyor.Form duygusu mutlaka olmalı” diyor.

“Türkiye’deki diğer heykeltıraşlar hakkında ne düşünüyorsunuz?” diye soruyoruz: “Türkiye’de heykel çok basit, kaliteli değil. Mekan yok, ışık düşünülmüyor, üçüncü boyut yok bunlar çok önemli.Bunlar olmadan heykel olmuyor, çok zayıf kalıyor.” dedi.

“Heykele ‘bitti’ demeye nasıl karar veriyorsunuz?” diye soruyoruz: “O an içimdeki ‘ben’ le iletişime geçiyorum, onun beğenisi çok önemli. Bence sanatçının kendiyle iletişime geçmesi çok önemli ama birçok sanatçı bunu yapmıyor ya da yapma ihtiyacı hissetmiyor.” diyerek açıkladı.

Mehmet Aksoy’ un bize bir heykeltıraş olarak vereceği tavsiyeler neler olur? Kendisi son derece çok samimi ve yol gösterici bir sanatçı olarak şunları söyledi: “Öykünmeyi geride bırakın bugüne gelin.Modern dünyanın verdiği şaşırtmacalara dikkat edin.Renk çok farklı bir dil.Resimde çok önemli, renklerle ilişki kurulmalı.Sorgulayın, yenilik yapın.Bugünün formu ve bugünün renk bilgisiyle ilişki kurun.Ama moda gibi düşünerek değil siz kendi modanızı resimde yaratın.Duygunuzu hiçbir zaman küçümsemeyin ve hiçbir şeyden korkmayın.Kendiniz – renkler – dünya ve tualinizle baş başa olun…” 

7 Haziran 2011 Salı

        

             KEREM OZAN BAYRAKTAR – “Tinnitus”
                                     (Pg Art Galeri)

1984 doğumlu Kerem Ozan Bayraktar ikinci kişisel sergisi “Tinnitus” ile 5 Ekim – 7 Kasım 2010 Pg Art Galeride izleyicisiyle buluştu. Kendisiyle sergisinin devam ettiği ay içerisinde bizi kırmayıp yaptığımız röportajda kendisini yakından tanıma fırsatını yakaladık.

Marmara Üniversitesi Resim Bölümü mezunu olan ve Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Enstitüsü Resim Bölümünde yüksek lisans eğitimine devam eden Kerem Ozan Bayraktar ilk kişisel sergisi “Yankı” da olduğu gibi yine sese özgü bir metafor olan tıp literatüründe “kulak çınlaması” anlamına gelen ve sadece tek kişi tarafından duyulan, aslında nedenlerinin gayet açık olduğu  rahatsızlığın kişide “biri beni anıyor” anlamında yarattığı  endişe ve gerçekliğin arzular tarafından şekillenmesine göndermede bulunuyor. Sanatçını fotoğrafları var olanın ortaya konduğu klasik fotoğraflardan ziyade kurgulanmış sahnelerin fiziksel kamera ile sanal kameranın kesişim ürünü. Çalışmalar gerek sahnelerin kompozisyonları, gerekse gösterge oyunları ile doğanın sözde muğlaklığıyla özdeşleştirilmiş, ötekini çökertme yolları arıyor.Ötekinin izini fragmanlar halinde sürüyor, ardından çalışmalar arasında tutarsızlıklar yaratarak onun yokluğunu işaret ediyor.Sergideki çalışmaların isimleri şöyleydi: “Aden, Sophie, Portre, Orman, Takip, Av, Bosnai, Ev, Yatak, Dalgıç ve Dalga”.

                                             "Av"

Kerem’le gerçekleştirdiğimiz bu kısa ama bir o kadar anlamlı söyleşide onun yaptığı çalışmalar, etkilendiği olaylar, izleyiciye anlatmaya ya da göstermeye çalıştığı kendi deyimiyle yarattığı imgeleri hakkında konuştuk.Özellikle “Av” isimli fotoğrafı hakkında konuşurken ve çalışmaları beraber gezerken şunları söyledi: “Kimsenin objektif bir bakışı yok ve her şeyi görmek istediğimiz gibi görürüz.Kurgulamaktan ve alegori yaratmaktan yanayım, alakasızlık oluşturmak gibi, birazda rüyaya benzetiyorum.Gerçekte olmayan şeyleri gösteriyorum.Boş bırakamıyorum, bir arzu nesnesi koyuyorum ve çekiyorum.” Fotoğraflarının birer imge olduğu ve fotoğraf olmadığı düşüncesinde “Kurguluyorum, fotoğraf gibi otomatik el üretimi değil daha dijital.” diyor.İzleyiciye bir fragman dizisi i ve kendinin oluşturduğu imgelerini izlettirirken, aynı zamanda bir muğlaklık yaratmaya ve ulaşılamayanın gizeminin izini sürmeye davet ediyor.

Video çekmeye ara vermiş nedenini şöyle açıkladı: “Çünkü son zamanlarda video çok popüler oldu kendimi geri çektim. Fotoğraf daha cazip geliyor.Kolaj mantığını seviyorum.Bilgisayar buna çok el verişli kompozit bir çalışmaya uygun ve bende bilgisayarla çok haşır neşirim.”

Serginin isminin “Tinnitus” olması ve kulak çınlaması anlamına gelmesi Kerem’in bu isim üzerinden sergi açması sürecinin nasıl geliştiğini şöyle açıkladı: “İnternetten sürekli hastalıklara bakarım, ilginç olan başka disiplinlerden isimler bulurum.Böyle bir listem var benim iki çalışmamda böyle isimler kullanmıştım.Biri “permafrost” bir coğrafya terimi, diğeri de “prostone” buda yine bir tıp terimi.Bu fikirde şöyle oldu, kulağım çınlıyordu “ne kadar abuk sadece ben duyuyorum” dedim kendi kendime.Doktora sordum o da bunu bir hastalık olduğu için açıkladı bana bu şekilde gelişti.”

İlk sergisinin adının “Yankı” olması yine sesle ilgili ve öğreniyoruz ki ilk sergisinden pek memnun değil,çünkü her şeyi sergilemek istemiş ve aceleye geldiğini düşünüyor.

Bize sergilerden ne anladığımızı ve nasıl anlamaya çalıştığımızı soruyor.Bizde onun neler anladığını, ne gibi beklentileri olduğunu ve anlayamadığı şeyler oluyor mu diye soruyoruz: “Ben çok beklentiyle gidiyorum sergilere, çok heyecanlanmak istiyorum.Sanatın çok fazla bir şeyler anlatmak zorunda olmadığını düşünüyorum önemli olan izleyicinin o işten ne anladığı ve ne hissettiği bence.” diyor.

İleri de neler yapmak istiyorsun diye soruyoruz: “Vurucu şeyler yapmak gerekiyor diye düşünüyorum.Aslında daha etkili çalışmalarımda var ama sergilemiyorum.Birilerinin birden yükselmesinden hoşlanmıyorum.Kendimi geri çekiyorum, ağırdan alıyorum.” diyor.

Sonlara doğru röportajın bitişine doğru: Fotoğraf çekimlerini İngiltere’de Hortlepool denilen ufak bir kasabada kullanılmayan bir magnezyum fabrikasında ve birkaç tanesini de İstanbul’da yaptığını öğreniyoruz.Kuzeyde İsveç ya da Norveç’de çekim yapmak istediğini, hatta burada bir okulda tekrar yüksek lisans yapmak istediğini; Edward Hopper, Gerhard Richter ve daha çok etkilendiği isimler olduğunu; şu anda sanatçı olmadığını.Sanatçı olmanın çok farklı, çok kült bir şey yaparak olunacağını; kendini hiçbir yere ait hissetmediğini, hep öteki olduğunu ve güvende olduğunu düşünmediğini öğreniyoruz.(Böyle hissediyor olması bana biraz deprsif bir yönü olduğunu hissettirdi.)

Böylece bu keyifli röportajı bitiriyoruz…